Biz işçiler sermaye sınıfının aksine 12 Eylül 1980 askeri darbesini 42 yıldır lanetliyor, halen devam eden işçi düşmanı uygulamalarının kaldırılması için bütün gücümüzle mücadele ediyoruz. Sermaye sınıfı ise 12 Eylül darbecilerini kimi toplantılarda utangaç bir tavırla eleştirmeye başlasa da darbenin anayasamızda ve demokrasimizde yarattığı tahribatlara -işine geldiği için- ses etmiyor.

Darbecibaşı Kenan Evren, 7 Ocak 1991’de yaptığı bir açıklamada, “Eğer 24 Ocak kararları denen kararların arkasından 12 Eylül dönemi gelmemiş olsaydı, o tedbirlerin fiyasko ile sonuçlanacağından hiç şüphem yoktu. Böyle sıkı bir askeri rejim sayesinde o tedbirler meyvesini vermiştir” demişti. Dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) başkanı Halit Narin ise 12 Eylül 1980 sonrasında “Bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişti.

Şimdi darbenin uygulamaya koyduğu 24 Ocak ekonomi kararlarına, 12 Eylül askeri darbesinin toplumsal muhalefetin, çoğunlukla işçilerin, işçilerin örgütlü olduğu DİSK’in karşı koyuşu ile sermayenin isteği doğrultusunda hayata geçirilemeyen bu kararların neler içerdiğine bakalım.

12 Mart 1971 askeri darbesi döneminde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” demişti. 12 Mart askeri darbesi toplumsal muhalefetin daha yaygın ve güçlü tepkisini sindirmeye yetmedi. 12 Eylül askeri darbesi, 12 Mart’ın eksik bıraktıklarını tamamlamayı görev bildi. 1970’lerin sonlarında sermaye sınıfı, uluslararası kriz koşullarından çıkmanın bir yolu olarak neoliberal modeli benimsemişti. Uygulamaya konulan ekonomik politikaların en bilinen cümlesi “Rekabete açık bir ekonomik yapı, her alanda etkinlik ve verimlilik artışı, sermaye teşvikleri ve dış ticaretin artırılması üzerinden kalkınmanın sağlanması” oldu.  bu da krizin erittiği kârları telafi etmek için emeğin ucuzlatılması idi.

Dönemin Süleyman Demirel hükümeti başkanlığında, DPT müsteşarı Turgut Özal’la beraber iş ve finans kuruluşlarının desteğini alarak 24 Ocak 1980’de ilan ettikleri ekonomik kararlar önemli bir dönüm noktası oldu. TÜSİAD’ın başını çektiği sermayenin istediği, ücretlerin düşürülmesi yoluyla yurtiçi talebin daraltılması ve yurtdışı pazarlara ihraç edilecek artı değerin yaratılması, ihracata dayalı ekonomi modeli olarak adlandırılan ‘yeni ekonomi modeli’, yerli üretimin sınırlandırılarak ithalata ve sıcak paraya bağımlılığın gelişmesine, kamunun özelleştirmelerle üretimden çekilmesine, özel tüketimin arttırılmasına ve özel sektörün kamu kaynaklarıyla desteklenmesine dayanıyordu.

Darbe sayesinde uygulanan 24 Ocak ekonomi kararları ile beraber buna en çok karşı çıkan DİSK kapatılarak İşçi sınıfının sesi kısıldı. Ücretler ve maaşlar darbecilerin yaptığı anayasal değişikle işçi ücretleri 10 yılda reel olarak yarı yarıya eridi ve sürekli artan gelir adaletsizliğini beraberinde getirdi.

Kısaca hatırlatırsak; 12 Eylül darbeci başı Kenan Evren meydan meydan dolaşıp, profesör maaşıyla, işçilerin ücretlerini kıyasladı. Meydanları dolduran bindirilmiş kıtaların çılgınca alkışları altında, işçi haklarının ekonomiye verdiği zararları anlattı. O konuşurken darbenin tedbir mekanizmaları da devreye girdi. Grevler yasaklandı, toplu iş sözleşmeleri Yüksek Hakem Kurulu’nun inisiyatifine, insafına terk edildi. İkramiyeler sınırlandırıldı, kıdem tazminatına tavan getirildi, hatta bu sınırlara  uymayan toplu sözleşmeleri imzalayanlara hapis cezası verileceği tehdidi çıkarılan geçici kanunla pekiştirildi.

1983 yılında sendikal yasalar çıkarıldığında ise işçilerin kaybettiği hakları geri alabilmesinin önüne , onlarca engel konuldu. Hak grevi yasaklandı, yasal olarak tanınan ekonomik grev hakkı ise sınırlama ve kısıtlamalarla neredeyse boş bir silah haline dönüştürüldü. Yasa yetmedi, tüzük ve yönetmeliklerle grev yerinde asılacak pankarttan, barınılacak çadıra, çalınacak davula kadar her şey, ince ince yasak ve sınırlamalara tabi tutuldu

Deyim yerindeyse emeğin ücretinin düşürülmesi, sermayenin karlılığının artırılması görevi 12 Eylül 1980 askeri darbesine verildi. 24 Ocak ekonomi kararlarının mimarı Turgut Özal, darbenin ardından üstlendiği görevle darbe öncesi sermayenin isteği doğrultusunda hazırladığı programın bizzat uygulayıcısı, sonrasında ise yolu açılarak uzun bir dönem başbakanlığa terfi ettirildi.

Neredeyse 42 yıldır işçi düşmanı 12 Eylül 1980 darbe anayasasının ilgili değişiklikleri ya görmezden geliniyor ya da kısmi bir şekilde esasa dokunmadan yapılan değişikliklerle devamı yönünde sürmesine göz yumuluyor.

Darbenin 40. yılında DİSK’in Araştırma Dairesi DİSK-AR’ın 12 Eylül askeri darbesinin işçi sınıfının ücret ve hakları gaspını konu edinerek gözler önüne serdiği araştırmayı bir kez daha anımsatmakta faydalı görüyoruz: 12 Eylül askeri darbesi sadece geçmişte kalan bir askeri darbe değildir, bugünkü Türkiye 12 Eylül’ün ürünüdür. Darbe sonrası oluşturulan siyasal düzen ve onu var eden yasal düzenlemeler, darbe ile uygulama imkânı bulan acımasız iktisat politikaları Türkiye’nin son yıllarına damgasını vurdu.

DİSK-AR araştırmasında darbe sürecinin işçi haklarını nasıl yok ettiği ve işçi sınıfına neler kaybettirdiği maddeler halinde şöyle:

  • Sendikalar baskı altında: 12 Eylül ile lokavt ve grev yasakları anayasaya girdi, hak grevi yasaklandı, sendikalara siyaset yasağı getirildi. Sendika kurmak ve sendikal faaliyet zorlaştırıldı.
  • Sendikalaşma engelleniyor: Sendikalaşma oranı 1980’de yaklaşık yüzde 40 iken, 2020’de yüzde 14’ün altına düşmüştür. Sigortalı işçi sayısı yaklaşık 7 kat artmasına rağmen, büyük bir işçileşme süreci yaşanmış olmasına rağmen sendikalı işçi sayısı sadece iki kat artmış, işçi sınıfına örgütsüzlük dayatılmıştır.
  • Toplu pazarlık hakkı gasp ediliyor: 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında DİSK kapalı iken sendikal faaliyetlerin yeniden başladığı 1984 yılından bu yana toplu iş sözleşmeleri kapsamındaki işçi sayısında ciddi bir gerileme yaşandı. Toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi oranının 1980’lerin ortalarından günümüze ciddi biçimde gerilediği görülmektedir.
  • Grevler yasaklanıyor: 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte tüm grevler yasaklandı ve grev hakkı 1984’e kadar askıya alındı. Darbecilerin yaptığı yasal düzenlemelerle örgütlenmek de grev hakkını kullanmak da zorlaştırıldı. 2,2 milyon sigortalı işçinin olduğu 1980 yılında 80 bin işçi greve çıkarken, ortalama 11 milyon sigortalı işçinin olduğu AKP döneminde ise yıllık ortalama greve çıkan işçi sayısı 6 binin altına geriledi.
  • Özelleştirmeler sürüyor: 24 Ocak ve 12 Eylül ile temelleri atılan ve Özal döneminde başlayan özelleştirme politikası AKP döneminde daha da vahşi biçimde uygulandı. 68 Milyar dolarlık özelleştirmenin aslan payı, 60 milyar doları (yüzde 88’i) AKP döneminde yapıldı. Cumhuriyetin bütün ekonomik birikimi satıldı.
  • Kamunun istihdamdaki payı geriliyor: 1980’de toplam sigortalı işçiler içinde yüzde 36 olan kamu işçilerinin oranı özelleştirmelere paralel olarak 2015’te yüzde 8’e geriledi.
  • Ücretler eriyor. 24 Ocak ve 12 Eylül’ün temel hedeflerinden birinin ücretleri baskılamak ve ücret maliyetini düşürmek idi. 1978’de kişi başına milli gelirin yüzde 3,4 üzerinde olan asgari ücret aradan geçen 42 yılda kişi başına gelirin yüzde 40-45 altına düştü. Asgari ücret 1978’den sonra kişi başına gelire paralel olarak artsaydı asgari ücretin 2019 yılında 4.507 TL olması gerekirdi. Oysa aynı dönemde asgari ücret 2.558 TL olarak uygulandı.
  • Sömürü artıyor. 12 Eylül sonrası ücretlerdeki gerilemeyi işçi başına verimlilik ve işçi başına gerçek ücret artışı arasındaki ilişkiden de izlemek mümkündür. 1978 ile 2005 arasında kişi başına verimlilik 100’den 236’ya yükselirken, kişi başına reel ücretler ise 100’den 98,6’ya gerilemiştir. Son yıllarda da 2009 yılında 100 olan saatlik işgücü verimi 2019 yılına gelindiğinde 32,5 birim artmışken 2009 yılında 100 olan reel birim ücret endeksi 2019 yılında yalnızca 5,8 puan artmıştır.
  • Gelir dağılımı bozuk: 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi gelir dağılımı bozucu bir sonuç yarattı. 1978’de ücretlerim milli gelir içindeki payı 35,19 iken 1990’lara doğru yüzde 14 civarına gerilemiştir.
  • Kıdem tazminatı tehlikede: 12 Eylül darbesinin ilk uygulamalarından biri kıdem tazminatını ve ikramiyeleri kırpmak oldu. 1978’de asgari ücretin 7,5 katı olan kıdem tazminatı tavanı, 1982’de asgari ücret ile bağının koparılmasının ardından hızla düşmeye başladı. AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılında asgari ücretin 4,4 katı olan kıdem tazminatı tavanı 2020 itibariyle asgari ücretin 2,4 katına geriledi. Bunu bile çok gören hükümet ve işverenler bugün kıdem tazminatı hakkına yönelik yeni planlar peşinde.

İşçi sınıfının ekonomik durumuna ilişkin bütün göstergeler 24 Ocak ve 12 Eylül’ün işçi hakları ve işçilerin gelirlerinde büyük bir kayba yol açtığını ortaya koymaktadır.

Biz işçiler bu süren gasplara karşın tüm kararlılığımızla, gerek 12 Eylül derbecilerine, gerekse de 12 Eylül’ün açtığı emek ve demokrasi karşıtlığını sürdürenlere işçi dostu, yoldaşı Can Yücel’in dizelerinde dile getirdiği gibi “Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel” demeye ve gasp edilen haklarımızı “Gücümüz Birliğimizden Gelir” şiarıyla yürüttüğümüz mücadeleyle almaya devam edeceğiz.

12 Eylül 1980 askeri darbesinin karanlığı işçilerin emek ve demokrasi yolunda büyüyen mücadelesiyle sonlanacak!

Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!