DİSK Genel Başkanı Kani Beko bugün bir basın toplantısı düzenleyerek, yolsuzluklar, yerel yönetim seçimleri ve “DİSK Örgütlenme Seferberliği Programı” üzerine açıklamalarda bulundu. Açıklamanın tamamı şöyle:

Düzenin tüm çarklarından pis kokular yükseliyor. Hırsızlığın, yolsuzluğun, yalanın, yağmanın, talanın, işkencenin, şiddetin, ayrımcılığın, baskının, sansürün, ikiyüzlülüğün kirli iktidarı artık bu toplumu boğuyor.

Türkiye halkı saray kavgalarında ve çete savaşlarında yönetilmek istemiyor. Her gün ortaya çıkan yeni deliller açıkça gösteriyor: Bir avuç azınlık Türkiye işçi sınıfı tarafından yaratılan değerler üzerinde tepiniyor. Ve bu azınlık bizi kirli savaşlarının seyircisi ve figüranı yapmak istiyor.

Artık yeter! Bizim ekmeğimizin,  bizim alınterimizin, bizim geleceğimizin, bizim haklarımızın üzerinde tepişmelerine seyirci kalamayız!

1 milyon TL’den “3-5 kuruş” diye bahsedenlerin; 30 milyon Avroya “küçük bir miktar” diyenlerin, asgari ücretliye yaptığı simit hesaplarını unutmuyoruz.

Dün Bakanların oğlunun bir ayakkabı kutusundan çıkan 10 bin asgari ücrete öfkelenmiştik; oysa turbun büyüğü Bakanların değil Başbakan’ın heybesindeymiş. 2 milyon 800 bin asgari ücretlinin bir aylık maaşını bir günde sıfırlamaya çalışan, bunun için devletin kriptolu telefonlarını kullanan bir Başbakan tarafından yönetilmek istemiyoruz.

Onlar için bu paralar, daha fazla han hamam, daha fazla gemicik, daha fazla villa demek. Oysa işçi sınıfı için bu paraların anlamı başka!

Bu paralar AKP döneminde iş cinayetlerinde öldürülen 12 bin işçi kardeşimizin ödenmemiş emeğinin karşılığıdır. Bu paraların karşılığı sermayeye peşkeş çekilen fabrikalarımızdır, Kocaeli’dir, Seydişehir’dir, Yatağandır. Bizim için bu paraların anlamı özelleştirme sonrası işsiz kalan sınıf kardeşlerimizdir.

Bu paraları görünce aklımıza gelen yağmalanan kentlerimizdir, kurutulan derelerimizdir, kesilen ağaçlarımızdır. Yani Gezi’dir, İstanbul’un kuzey ormanlarıdır, Dikmen’dir, Karadeniz’dir.

Bu paraların bizim cephemizdeki karşılığı gasp edilen emeklilik hakkımızdır, insanca yaşanabilecek ücrettir, pazarlanan sağlık ve eğitim hizmetleridir. Çaldıkları, çırptıkları, paylaşamadıkları şey çocuklarımızın, gelecek nesillerin geleceğidir.

İşte böyle bir ortamda halkın kaderini etkileyecek sonuçlar doğurabilecek bir yerel seçime gidiyoruz. İktidar partisi bu yerel seçimleri, hırsızlığın, yolsuzluğun, gençlerimizin katledilmesinin, tüm muhaliflerin hapsedilmesinin, baskının, sansürün, zulmün aklanması için bir fırsat olarak görüyor.

DİSK, 29 Mart 2009 yerel seçimlerine gidilirken yaptığı açıklamada, AKP’nin seçimlerden başarıyla çıkması durumunda olacaklara şu ifadelerle işaret etmişti: “..böylesine bir gelişme, IMF marifetiyle yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal çöküntüyle birlikte, özgürlükleri kısıtlayıcı ve daha baskıcı bir rejime dönüşmesi tehlikesini de beraberinde getirecektir…” Ve ne yazık ki 2009’dan sonraki yaşadıklarımız, bu kaygılarımızı doğrular nitelikte gelişti.

2009 yerel seçimleri, 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu ve 2011 yılındaki genel seçimlerden istediğini alan AKP iktidarı, toplumsal yaşamı muhafazakârlaştıran, muhalefet üzerinde baskı ve şiddet politikalarını artıran ve tek sesli bir yönetim anlayışını dayattı. Sermayenin çıkarları doğrultusunda, özelleştirme, sosyal devletin gerilemesi, kamu hizmetlerinin piyasalaşması, taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma ve esnekleştirme gibi emek düşmanı düzenlemeler yaygınlaştırılırken, her türlü korumadan yoksun işçi sınıfı, sermayenin ve iktidarın açık sınıfsal saldırılarına maruz bırakıldı. Tüm doğal kaynaklarımız ve ortak alanlarımız sermayenin emrine sunuldu. Enerji şirketleri için sularımız ve ormanlarımız, inşaat şirketleri için güneşimiz ve parklarımız elimizden alındı.

Ve şimdi yerel seçim sürecinde olduğumuz bugünlerde biz biliyoruz ki “yaptıkları yapacaklarının teminatıdır”. AKP’nin yerel yönetim anlayışının merkezinde kentsel rantı ve kamu kaynaklarını sermayeye dağıtmak vardır. AKP’nin belediyecilikten anladığı kamu hizmetlerini piyasalaştırmak ve bu hizmetleri taşeron şirketler aracılığı ile sunmaktır. Ülke yönetiminde olduğu gibi yerel yönetimlerde de bu neoliberal dönüşüm süreci, halkın söz hakkının yok sayılmasına, karar süreçlerinden dışlanmasına ve itiraz edenlere karşı zor kullanımına dayalıdır. Kısacası piyasaya açılan belediyecilik halka kapatılmıştır. Bunun yanı sıra AKP belediyeciliğinde “hak” kavramının yerini “yardım ve sadaka”, kamu hizmetinin yerini “hayırseverlik”, söz ve karar hakkının yerini “kulluk” almaktadır.

Tüm yerel yönetimleri ve rant akışını tek merkezden kontrol altında tutan kişi ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır ve bu sayede ailesinin serveti katlanarak büyümüştür.

İşte tüm bu nedenlerle işçi sınıfının 30 Mart’ta AKP’ye verecek oyu yoktur! Yolsuzluğa batmış ve işçi düşmanı bir iktidara karşı sokakta sesini yükselten halkımız için bu yerel seçimler iktidardan hesap sormanın bir vesilesi olacaktır. Ancak AKP’den sadece sandıkta hesap sormanın yetersizliği ortadadır. Sermayenin yağma ve talan politikalarına, bu yolsuzluk düzenine karşı en sağlam sigortamız Türkiye halklarının sokaklardan yükselen itirazlarıdır.

Bu çerçevede DİSK olarak bugün basitçe sandık tutumumuzu veya seçilecek belediye başkan adaylarından beklentilerimizi değil, bunun da ötesine geçerek seçimden önce ve seçimden sonra yerel yönetimler ekseninde sürdüreceğimiz mücadelenin temel başlıklarını açıklıyoruz.  

  • Taşeronlaştırma uygulamalarına son verilmeli, belediye hizmetlerinin tamamı belediyenin kendi personeliyle yapılmalıdır. Tüm taşeron şirketlerle sözleşmeler feshedilmeli, bu şirketlere bağlı çalışan belediye işçileri doğrudan belediye işçisi olarak işe alınmalıdır. İşçilere kölece çalışmayı dayatan yasal düzenlemeler ortadan kaldırılmalıdır.
  • Yerel yönetim çalışanlarının sendikal haklarına saygı gösterilmeli, örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalı, tüm işyerlerinde yetkili sendika referandum ile belirlenmelidir.
  • Belediye hizmeti kamu hizmetidir. Bu hizmetlerin halka ücretsiz ve nitelikli ulaştırılması temel hedef olmalıdır. “Hayırsever” değil halkçı, toplumcu bir belediyede elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalıdır. Bunun yanında işe ve okula geliş gidiş saatlerinde, yani sabah 6.00-9.00 ile akşam 18.00-21.00 saatleri arasında ulaşım parasız olmalıdır.
  • Kentsel dönüşüm projeleri adı altında işçi sınıfının kent dışına sürülmesi uygulaması son bulmalı, halkın onayını almayan projeler derhal durdurulmalıdır.
  • Kadınların çalışma yaşamına katılımı ve kent olanaklarından faydalanabilmesi için belediyeler, kreşler, bakımevleri, ortak çamaşırhaneler kurmak gibi ev işlerinin toplumsallaştırılmasına yönelik adımlar atılmalıdır.
  • Temiz su kaynakları korunarak, halkın temiz içme suyuna sahip olması sağlanmalı, suyun ticarileştirilmesine karşı durulmalıdır.
  • Park, bahçe ve yeşil alanlar gibi halkın ortak kullanımına açık alanlar arttırılmalı, her türlü tarım arazisinin imara açılması yasaklanmalıdır.
  • Halkın yönetime katılımı yönünde acilen adımlar atılmalı, bu doğrultuda “forum” örgütlenmelerinden faydalanılmalıdır.
  • Milyonlarca işçinin, insanca yaşaması için gerekli yukarıdaki adımları atmak yerine bir avuç azınlığın çıkarlarını savunan adaylar teşhir edilmeli, bunlara ASLA oy verilmemelidir!
  • Bütün iller, ilçeler ve beldelerde emekten ve demokrasiden yana; sosyal adalete, sendikal hak ve özgürlüklere, toplumsal kazanımlara, eşitliğe, barışa ve özgürlüğe değer veren adaylar desteklenmelidir.
  • Türkiye’nin kaderini etkileyecek önemdeki bu yerel seçimlere giderken,  karşımızdaki iktidarın da yolsuzluk sabıkasının kabarık olduğunun bilinciyle işçiler seçim sandıklarına ve iradelerine sahip çıkmalıdır.

Bir kez daha tüm topluma çağrımız şudur: Yolsuzluğa batmış, işçi düşmanı iktidar partisine asla oy verilmemelidir!

Emeğin talep ve beklentilerini benimseyen, demokrasiden yana, TOPLUMSAL EŞİTLİK, DAYANIŞMA VE BARIŞ YANLISI ADAYLARA DESTEK VERİLMELİDİR.

DİSK işçi sınıfının bu vazgeçilmez taleplerini mücadele programı olarak belirlemiştir ve bu sürecin muhatabıdır. Seçim sonrasında da bu taleplerin takipçisi olacaktır. Seçim sonuçları her ne olursa olsun işçi sınıfı yine sokakta olacak, hakları için “MÜCADELEYE DEVAM” diyecektir.

Biz DİSK olarak bu süreci aynı zamanda bir örgütlenme seferberliği süreci olarak yaşayacağız. Bir yandan “AKP’ye oy yok” çağrımızı tüm işyerlerinde yaygınlaştıracağız; bir yandan da örgütlenmemizi büyütmek için adımlar atacağız.

Bu hedef doğrultusunda semtler, duraklar, pazar yerleri, sokaklar, meydanlar ve tabii ki işyerleri “Sendikalı Ol, DİSK’li Ol” çağrısıyla yankılanacaktır. Bölge temsilciliklerimizin sayısı artırılacak ve çeşitli pilot bölgelere yönelik yoğun bir seferberlik başlatılacaktır. 19 işkolunda faaliyet gösteren 20 sendikanın çatısı olan konfederasyonumuzun örgütlü olmadığı 2 işkolunda da örgütlenmesi temel hedeflerimizden biridir.

Ülkemizde karşı karşıya kaldığımız pisliği temizleyecek olan, bu yolsuzluk düzenine son verecek olan örgütlü bir işçi sınıfıdır.

Çocuklarına hanlar, hamamlar, villalar, dolarlar değil onurlu bir gelecek bırakmak için alınteri döken tüm işçi sınıfına çağrımızdır: 

AKP’ye oy verme!

SENDİKALI OL, DİSK’Lİ OL! 28 Şubat

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir