EMEĞİN HAKLARI, EMEĞİN TÜRKİYE’Sİ İÇİN OMUZ OMUZA

2 Ekim 2019 tarihli DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu değerlendirmeleri ve kararları

Dünya kapitalizmi krizini aşamamaktadır. AKP döneminde emperyalist-kapitalist merkezlerden gelen ucuz sıcak paraya dayalı bir ekonomik büyüme modeline mahkûm edilen Türkiye ekonomisi de krizden çıkamamaktadır. 2018 yılının ortalarında yabancı sermaye girişlerinin hızla düşmesi sonucu dış kaynağa dayalı saadet zincirinin kırılması, yapısal kriz dinamiklerinin hareketlenmesine neden olmuş, ekonomi küçülmüş, işsizlik ve enflasyon hızla yükselmiştir.

Ülkeyi yönetenlerin krizden çıkış için gerçekçi bir politikası bulunmamaktadır. Dış borçlanmaya dayalı modeli yeniden işler hale getirmeye yönelik politikalar, çözüme değil sorunun daha derinleşmesine hizmet etmektedir. Çöküşü ertelemek için “bağımlı finansallaşma” modelinde ısrar edenler, Türkiye’yi krizden çıkaramazlar.

Türkiye bu politikaların bedelini ağır ödemiştir. Türkiye’yi sermaye için cazip bir ülke yapmak adına işçi sınıfının en temel hakları gasp edilmiş, Cumhuriyetin tüm kamu birikimi özelleştirilmiş, kamusal hizmetler piyasalaştırılmış, yerli tarımsal üretim yok edilmiş ve nihayet kentler ve doğa sınırsızca yağmaya açılmıştır.

Dış borçlanmaya dayalı modelin tıkanmasıyla, neoliberal kapitalizmin yıkımı son bir yıl içerisinde daha fazla görünür hale gelmiştir. Türkiye’nin, üçte ikisi özel sektöre ait olan toplam dış borcu 453 milyar dolara, yani milli gelirin yüzde 61’i düzeyine ulaşmıştır. Bu düzey 2001 krizinin düzeyidir. Bu borcu döndürmek için aranılan tek yol ise yeniden borçlanmaktır.  Döviz rezervlerinin erimesi, özel sektörün döviz borcu ve yüksek dış finansman ihtiyacı kırılgan Türkiye ekonomisinin temelindeki fay hattının sürekli olarak sallanmasına yol açmaktadır.

Uluslararası finansal sermaye ve borçlardan yararlanan Türkiye’nin sermaye çevreleri kendi borçlarının bedelini 81 milyona kesmek istemekte ve tüm ekonomi politikaları bunun üzerine kurulmaktadır. Kamu Özel Ortaklığı Projeleriyle, Borç Üstlenim Anlaşmalarıyla, Varlık Fonuyla, Finansal Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yönetmelik ile Hazine’nin batık şirketlere iştirak etmesine dair Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ve benzeri düzenlemelerle özel sektör borçları devletin yani 81 milyonun borcu haline getirilmekte, bu ağır borç yükü kamunun sırtına yüklendikçe başta dolaylı vergiler olmak üzere emekçiler üzerindeki vergi yükü daha da ağırlaştırılmaktadır.

Devasa özelleştirmelerle kamu birikiminin tamamen tüketildiği, satacak kamu işletmesinin kalmadığı koşullar altında doğanın ve kentlerin daha sınırsız biçimde yağmalanması, kısaca yeni rant ve sermaye birikim alanları gündeme gelmektedir. Deprem gerçeğinin kendini yeniden hatırlattığı günlerde, yıllardır toplanan “deprem vergileri”nin hesabı verilmezken, emekçilerin yaşadığı depreme dayanıksız binaların yanıbaşındaki devasa büyüklükte boş yapı stokları, sistemin akıldışılığının bir anıtı olarak yükselmektedir.

Yeni kaynak arayışlarının bir parçası olarak işsizlik fonu yağmalanmakta, bu da yetmemekte, kıdem tazminatının fona devredilmesi ve Bireysel Emeklilik sisteminin fona devredilmesi gibi, işçi sınıfının asla kabul edemeyeceği dayatmalar sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Bu konuda iktidarın ısrarlarına paralel olarak, IMF de Eylül 2019’daki Türkiye değerlendirmesinde kıdem tazminatında “reform” yapılması gerektiğini söylemiştir.

Kriz ile beraber, zam yağmuru altında tüm ücretler erimiş ve toplumun yüzde 99’unun alım gücü düşmüştür. Krizde hiçbir sorumluluğu olmayan toplumun yüzde 99’u yoksullaşmaktadır. Fiyat artışları yüzde 25’lere kadar tırmandı. Çeşitli müdahalelerle fiyat artış hızı Ağustos 2019’da yüzde 15 düzeyde gerçekleşse de başta işçi sınıfı olmak üzere düşük gelirli kesimler enflasyon altında ezildi. 12 aylık ortalama enflasyon Ağustos 2018’de yüzde 12,6 iken, Ağustos 2019’da yüzde 19,6 oldu.

Ücretler reel olarak gerilerken, ücretleri düşük tutmaya dönük politikalar IMF ile hükümetin ortak programı halini almıştır. 23 Eylül 2019’da IMF’nin açıkladığı Türkiye değerlendirmesinde, asgari ücretin gerçekleşen enflasyona değil hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi gerektiği ifade edilmiş, bu yolla ücretlerin reel olarak geriletilmesi amaçlanmıştır. IMF’nin bu değerlendirmesinden bir hafta sonra Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından açıklanan “Yeni Ekonomik Programda” da aynı yönde bir politika tedbiri açıklanmış, ücretlerin YEP’te belirlenen enflasyona göre ayarlanacağı ilan edilmiştir. Benzer şekilde istihdamda daha fazla esneklik hem IMF’nin hem de iktidarın ortak hedefi olarak belirlenmiştir. Kısacası IMF ile iktidar, daha düşük ücretler ve daha güvencesiz çalışma üzerinde görüş birliğine varmışlardır.

AKP öncesi yıllarda ortalama yüzde 8 düzeyinde olan, AKP’li yıllarda ise ortalama yüzde 11’lere çıkan işsizlik, bugün kronik bir toplumsal sorun haline gelmiştir. TÜİK tarafından Haziran 2019 ‘da açıklanan dar tanımlı işsiz sayısı 4 milyon 253 bin iken, geniş tanımlı işsiz sayısı 7 milyona yaklaştı. Genç ve kadın işsizliği vahim boyutlara ulaştı.

Ucuz dövize ve düşük faize dayalı, dış kaynağa bağımlı büyüme süreci bir yandan işçi sınıfının borçlanma olanaklarının genişlemesine ve borcunun artmasına diğer taraftan bu yolla siyasal iktidara destek ve rıza üretilmesine yol açıyordu. Hanehalkı borcunun milli gelire oranı 2002’de yüzde 1,9 iken bugün yüzde 18’lere ulaşmıştır. Borç ve taksiti olmayanlar 2008’de yüzde 42,4 iken 2018’de sadece yüzde 29,6’dır.

Dış kaynakların azalması ve derinleşen kriz, hanehalkının borçlanmadan kaçmasına yol açmakta, bu durum bir yandan talebi düşürmekte öte yandan bu “rıza”nın üretilmesini daha da zorlaştırmaktadır.

30 Eylül 2019’da ilan edilen Yeni Ekonomik Programda, ücretlerin geriletilmesi, emeğin güvencesizleştirilmesi, verginin tabana yayılması gibi bildik sermaye politikaları dışında yeni hiçbir şey yoktur. Ufukta krizden bir çıkış planı bulunmamaktadır. Türkiye 3 çeyrektir küçülmekte, hanehalkı tüketim harcamaları daralmakta, 2019 büyüme beklentisi de -IMF’nin iyimser tahminiyle- yüzde0.25 olarak ifade edilmektedir. Durgunluktan çıkması öngörülmeyen Türkiye ekonomisinin bu haliyle işsizliği düşürmesi ve yeni istihdam yaratması oldukça zordur.

Kriz emekçi sınıflar için ücretlerin bastırılması, alım gücünün düşmesi ve işsizlik sonucunu yaratmaktadır.  Siyasal iktidar krizle mücadele adı altında en bilinen yolu denemekte halk için maliye ve gelirler politikalarını sıkılaştırmaktadır. Diğer bir ifadeyle kemerleri sıkmaktadır.

Kriz koşullarında emek rejimi daha otoriter, siyasal rejim giderek daha baskıcı hale gelmekte ve hoşnutsuz emekçileri bölerek yönetmek için ayrımcı politikalara başvurmaktadır.

Bu politikalara karşı işçi sınıfının birliğini ve dayanışmasını sağlayarak yükseltilecek mücadeleler sadece emeğin hakları için değil ülkenin geleceği için de belirleyici olacaktır.

Önümüzdeki dönemde emekçi sınıfları etkileyecek en önemli gelişmeler asgari ücret ile özel sektördeki büyük grup toplu pazarlıkları ve 2020 ortalarında gündeme gelecek olan merkezi idare ve belediye şirketlerindeki toplu pazarlıklardır. Türkiye’de ücret düzeylerini belirleyecek olan bu pazarlıklar hayati öneme sahiptir.

Bu çerçevede 2019 sonbaharı ve 2020’de işçi sınıfının ve sendikal hareketin öncelikli mücadele gündemleri dört başlık altında toplanabilir:

I.İNSANCA YAŞANACAK ÜCRET

Ekonomik kriz ücret geliriyle yaşayanları, işçileri, emekçileri, emeklileri hızla yoksullaştırıyor. Emekçi sınıfların enflasyonu resmi/genel enflasyon düzeyinde çok daha yüksektir. Düşük gelirli işçi ve emekçilerin harcamalarında daha ağırlıklı bir yer tutan, gıda ve alkolsüz içecekler grubunda yıllık enflasyonun resmi enflasyonun çok üstündedir. Çarşıdaki pazardaki zamlar, daha düşük gelir gruplarını daha fazla etkiliyor.

İşçi sınıfı yoksullaşırken, sömürü de yoğunlaşmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre reel ücretler ile verimlilik arasındaki fark açıldı. 2009’a göre verimlilik yüzde 34,5 artarken, reel ücret sadece 7,9 arttı.

Sömürü oranlarının artışı gelir eşitsizliğinin de armasına neden olmaktadır. TÜİK verilerine göre gelir eşitsizliği son 10 yılda giderek arttı. En zengin yüzde 20’nin milli gelirden aldığı pay en yoksul yüzde 20’nin 7,6 katına çıktı. Bu oran 2010’da 6,9 idi. Gini katsayısına göre Türkiye OECD ülkeleri içinde en kötü gelir dağılıma sahip üç ülkeden biridir. Gelir dağılımı Türkiye’den bozuk olan ülkeler sadece Şili ve Meksika’dır. Dünya Eşitsizlik Veri Tabanı, Türkiye’de toplumun en tepesindeki yüzde 1’lik kesimin gelirin yüzde 23,6’sını aldığını belirtmektedir.

Ülkeyi yönetenler ise yoksullaşmaya ve eşitsizliği artıran politikalarda ısrar etmektedir. 200 bine yakın kamu işçisini kapsayan Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolünde yüzde 8+4 ve yüzde 3+3; kamu emekçilerinin toplu sözleşmesinde ise yüzde 4+4 ve yüzde 3+3 olarak belirlenen rakamlar bu politikaların bir yansımasıdır. Hükümet otoriter ve merkezi bir toplu pazarlık politikası ile kemer sıkma politikasını uygulamaktadır ve ücret artışlarını sınırlamaktadır.

Yoksullaştırma ve eşitsizliğe karşı insanca yaşanacak bir ücret mücadelemizin yakın vadede üç uğrağı olacaktır: Asgari ücret süreci, grup toplu sözleşmeleri ve kamu/belediye işçilerinin 2020 toplu iş sözleşmesi süreçleri.

Ülkemizde 10 milyon civarında işçi, asgari ücret altı ve asgari ücretin yüzde 10 üstü civarında ücret almaktadır. Asgari ücret ile çalışanlar AB ülkelerinde yüzde 10 civarındayken, bu oran ülkemizde yüzde 40 civarındadır. Daha da önemlisi ortalama ücret de asgari ücrete yaklaşmaktadır. IMF ve hükümet asgari ücretin hedeflenen enflasyona göre artırılması, yani reel olarak geriletilmesi yönünde görüş birliği içindedir. YEP’e göre asgari ücrette dayatılacak artış yüzde 8.5-9.0 civarında olacaktır. Sermaye iktidarı işçi sınıfına çok sert bir yoksullaşma programı dayatmaktadır

Asgari ücretin geçim ücret olması, asgari ücret hesabında uluslararası standartlara uyulması, asgari ücret tespitine ilişkin 131 Sayılı ILO Sözleşmesi onaylanması, Avrupa Sosyal Şartı’na asgari ücretle ilgili konan çekince kaldırılması, asgari ücretten vergi alınmaması ve asgari ücretin tespitinde bütün işçi konfederasyonlarına katılım hakkı sağlanması gibi talepler etrafında bir mücadele sürecinin örgütlenmesi gerekmektedir.

İnsanca yaşanacak ücret talebimiz etrafında, metal ve lastik işkolları başta olmak üzere, özel sektördeki grup toplu sözleşmeleri de DİSK’in ve tüm işçi sınıfının mücadelesi olarak görülmeli ve örgütlenmelidir.

Benzer şekilde, yüzde 4+4 sefalet ücretlerine mahkûm edilen ve toplu pazarlık ve grev hakları iki yıldır gasp edilen eski taşeron işçilerinin 2020 yılındaki toplu sözleşme süreçleri de konfederasyon olarak karşılamamız gereken önemli bir mücadele eşiğidir.

II.ÖZGÜR TOPLU PAZARLIK VE GREV HAKKI

İşçi sınıfının yoksullaşmasına ve gelir adaletsizliğine karşı en etkili çarelerinden biri grev hakkının etkin biçimde kullanıldığı özgür toplu pazarlık düzenidir. Ancak Türkiye işçi sınıfı özgür bir toplu pazarlık düzeninden mahrumdur. Sendikalı olma ve sendika seçme hakkının sistematik olarak yok sayıldığı, grev hakkının çeşitli gerekçelerle gasp edildiği koşullarda özgür toplu pazarlık düzeninden bahsedilemez.

Fiili sendikalaşma oranının yüzde 11’lerde olduğu, işçilerin sadece yüzde 7’sinin toplu sözleşme kapsamında çalıştığı ülkemizde, “örgütlenme hakkı” özgür toplu pazarlık mücadelesinin ana eksenlerinden birini oluşturmaktadır.

Bunun yanı sıra taşerondan kadroya geçirildiği iddia edilen işçilerin de özgür toplu iş sözleşmesi hakkı gasp edilmiştir. 2020 yılına kadar sefalet sözleşmelerine mahkûm edilen yüzbinlerce kamu ve belediye işçinin 2020’deki olası kazanımlarının önü grevsiz toplu pazarlık dayatması ile kesilmek istenmektedir. Ağustos ayında imzalanan Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü ile kamuda grevsiz toplu pazarlık dönemi başlamış, grev hakkı fiilen gasp edilmiştir.

Özgür toplu sözleşme mücadelemizin bir diğer ana ekseni de “grev hakkı”dır. Grev hakkı olmadan özgür toplu sözleşme düzeninden bahsedilemez. 2002-2018 yılları arasında greve çıkabilen işçi sayısı 81 bin iken, grevi ertelenen işçi sayısı 192 bindir. Yani sadece yüzde 7’si toplu sözleşme kapsamındaki işçilerin, büyük bir bölümü toplu pazarlık sürecinde grev hakkını kullanamamaktadır.

Grev hakkını da içeren özgür toplu pazarlık düzeni, tüm işkollarından işçilerin en önde gelen ortak mücadele başlıklarından biri olacaktır.

III. VERGİ ADALETİ-VERGİ TAVANA YAYILSIN

Türkiye dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden birine sahiptir. Vergilerin dörtte üçü ücretliler ve tüketiciler tarafından ödenmektedir. Tüketimden alınan vergiler gelir adaletsizliğini daha da büyüttü. Çalışanlar bir yandan yüksek gelir vergileri öte yandan tüketim vergileri ile vergi yükü altında ezildi. Türkiye’de vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 65’i dolaylı vergilerden sağlanıyor. Doğrudan vergilerden elde edilen gelir yüzde 35 civarında. OECD ülkelerinde ise bu oran tam tersidir. Doğrudan vergilerin oranı yüzde 74 iken dolaylı vergilerin oranı yüzde 26’dır

Asgari ücretten vergi alınmaya devam edilmesi vergi adaletsizliğini daha da artırmaktadır.

Vergi adaleti, krizin bedelinin emekçilere kesilmesine karşı en önemli mücadele başlıklarından biridir. Az kazanandan az, çok kazanandan çok ve giderek artan bir vergi alınan, asıl olarak kar ve faiz gelirlerinin, servetin vergilendirilmesine dayalı bir sistem kurulmalıdır. Asgari ücret net olarak ödenmeli, asgari ücretten vergi alınmayacak şekilde asgari geçim indirimi artırılmalıdır. En düşük gelirlilerden alınan yüzde 15 vergi, yüzde 10’a düşürülmelidir. Vergi dilimleri en az enflasyon ve büyüme oranında artırılmalıdır.

Hazine ve Maliye Bakanı’nın 30 Eylül 2019’da açıkladığı “Yeni Ekonomi Programı”nda yer alan verginin tabana yayılmasına dönük hedefler yanıltıcıdır. Verginin ezici çoğunluğunu dolaylı vergilerle halk ödemektedir. Bu nedenle talebimiz verginin tavana yayılmasıdır. Tüketimden değil gelir ve servetten vergi alınmalıdır.

Emekçilerin üzerinde büyük bir yük olan dolaylı vergiler düşürülmelidir. Öncelikle halkın yoğun olarak tükettiği aralarında elektrik, doğalgaz, su, iletişimin de olduğu temel mal ve hizmetlerde KDV kaldırılmalıdır.

IV. PATRONLARA DEĞİL İŞSİZLERE KAYNAK

İşsizlik Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırarken işsizlik sigortası fonu “işverene destek fonu” olarak kullanılmaktadır. Ocak-Temmuz 2019 dönemi işveren teşvikleri (işbaşı eğitimleri dahil) 8,7 Milyar TL’yi aştı. Aynı dönemde yapılan işsizlik ödemesi ise 5,7 milyar TL’de kaldı. Bunun yanı sıra Fon kaynakları ucuz iç borçlanma aracı olarak kullanıldığı için de Fon zarar etmektedir. 130 Milyar TL’yi aşan İşsizlik Sigortası Fon kaynaklarının yüzde 92’den fazlasının, enflasyonun altında faiz oranlarıyla devlet tahvillerine yatırılması nedeniyle, işsizlerin parası reel olarak erimektedir.

İşsizlik Sigortası Fonu, kamuya ucuz kaynak olarak değil, bankalar ve işverenler için değil, işsiz işçiler için kullanılmalıdır. İşsizlik Sigortası Fonundan yararlanma koşulları esnetilmeli, işsizlik ödeneklerinin süresi ve miktarı artırılmalıdır.

DİSK’in defalarca altını çizdiği gibi, bu dört mücadele gündemimizin olmazsa olmaz tamamlayıcısı, ADALET, BARIŞ ve DEMOKRASİ mücadelesidir.

Şurası açıktır ki, yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek kişide toplandığı, kamuda liyakat ilkelerinin yok sayıldığı, seçilmişlerin keyfi biçimde görevden alındığı, halkın iradesinin yok sayıldığı, demokrasinin en temel ilkelerinin ayaklar altına alındığı, savaş ve baskı politikalarıyla emeğin mücadelesinin sindirildiği yeni rejim emeğe zararlıdır. Yüzde 1’e karşı Yüzde 99’un, sermayeye karşı emeğin haklarını savunmak için adalet, barış ve demokrasi şarttır.

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu yukarıdaki değerlendirmelerden hareketle şu kararları almıştır:

1-IMF’nin Eylül ayında açıkladığı değerlendirmelere paralel olarak ücretlerin aşağı çekilmesine yönelik politikaların izleneceği Yeni Ekonomik Program’da (YEP) ilan edilmiştir. Yaz aylarında kamudaki iki toplu sözleşmede açığa çıkan bu politikanın hedefi krizin yükünü işçi sınıfının, emekçilerin, emeklilerin omuzlarına yıkmaktır. Asgari ücret başta olmak üzere ücretleri gerçekleşen değil hedeflenen enflasyona göre belirlemeye yönelik YEP’te açıklanan politika, yıllardır büyümeden payını alamayan ücretleri reel olarak da geriletmeyi amaçlamaktadır. DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, en büyük toplu pazarlık süreci olarak 2020 asgari ücretinin belirlenme sürecine, “insanca yaşanacak bir ücret” talebiyle ve üyesi olan olmayan tüm işçilerin mücadelesiyle aktif biçimde müdahale etmeyi kararlaştırmıştır.

2-İnsanca yaşanacak bir ücret mücadelesinin bir ayağı da, DİSK üyesi sendikalarımızın da içinde olduğu, metal ve lastik işkolları başta olmak üzere özel sektördeki grup toplu pazarlık süreçleri olacaktır. DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, bu sürecin bir bütün olarak, insanca yaşanacak ücret ve özgür toplu pazarlık-grev hakkı mücadelesinin bir parçası olarak karşılanması gerektiği konusunda görüş birliği içerisindedir.

3-Yıllarca yok sayılan, ezilen, en ağır sömürü koşullarında çalıştırılan, taşerondan kamuya ve belediye şirketlerine geçirildikten sonra özgür toplu pazarlık hakları iki yıl boyunca gasp edilen, yüzde 4+4 ücret artışı dayatmasıyla sefalet ücretlerine mahkûm edilen yüzbinlerce işçi, 2020 yılındaki toplu pazarlık süreçlerini umutla beklemektedir. DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, kamuda ve belediyelerde çalışan yüzbinlerce işçinin insanca yaşanacak ücret ve özgür toplu pazarlık-grev hakkı talebi etrafında bir mücadele sürecinin örgütlenmesi kararlılığını ifade eder.

4-Dünyanın en adaletsiz vergi sistemlerinden birine sahip olan, vergilerin dörtte üçünün ücretliler ve tüketiciler tarafından ödendiği ülkemizde, vergiyi tabana yayma adı altında bu yükü daha fazla emekçilere yükleme çabalarına karşı DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu vergi adaleti için, verginin tavana yayılması için, yani asıl olarak kar ve faiz gelirlerinin, servetin vergilendirilmesi için mücadele gerekliliğinin altını çizer.

5-İşsizlik Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırarken, İşsizlik Sigortası Fonu’nun “işverenlere destek fonu”na dönüştüğü gerçeğine işaret eden DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu, İşsizlik Sigortası Fonu’nun kamuya ucuz kaynak olarak değil, bankalar ve işverenler için değil, işsiz işçiler için kullanılması, bunun için de Fon’dan yararlanma koşullarının ve süresinin iyileştirilmesi mücadelesini yükseltme kararlılığını vurgular.

6-Kıdem tazminatının fona devredilmesinin DİSK açısından kapanmış bir tartışma olduğunun altını bir kez daha çizen Genişletilmiş Başkanlar Kurulumuz, Bireysel Emeklilik Sistemi ile entegre kıdem tazminatının fonu planının müzakere edilemeyeceğini; bu plana karşı en geniş ve etkili mücadeleyi örgütleme kararlılığını; emeklilik konusunda yapılması gereken en acil reformun emeklilikte yaşa takılanların mağduriyetlerinin giderilmesi olduğunu bir kez daha ilan eder.

7-DİSK Türkiye işçi sınıfının umudu ve geleceğidir. DİSK’in 16. Genel Kurulu Şubat 2020’de gerçekleştirilecektir. DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu 16. Genel Kurulumuzun, 2020’lerin DİSK’ini ve işçi sınıfı mücadelesini inşa etme, ülkenin temel sorunlarına karşı işçi sınıfının çözümlerini geliştirme, emeğin Türkiye’sini kurma iradeni ilan etmek üzere, uluslararası sendikal hareketin etkili katılımıyla, birlik içerisinde, tüm üye sendikaların ortak aklı ve emeğiyle örgütlenmesini kararlaştırmıştır.