Türkiye Ekim ayının başında yeni bir ekonomik programla karşı karşıya kaldı. Gerçekten de artık siyasal iktidar tarafından açıklanan bu programlara Yeni Ekonomi Programı (YEP) adı verilmeye başlandı. Aslında bu çalışmalar daha önce Orta Vadeli Program (OVP) adı ile açıklanıyordu. Herhalde ‘yeni’ sözcüğü kullanılarak açıklanan çerçevenin daha özgün ve köklü olduğu gösterilmeye çalışılıyor.

Türkiye’de ‘ekonomik planlama’ özellikle 1960’lı yıllardan başlayarak toplumsal gelişme için büyük önem taşıyan bir faaliyet olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nın hazırladığı 5 yıllık kalkınma planları ile 1980’li yıllara kadar gelinmiştir. Ancak küreselleşme süreci ve serbest piyasa ekonomisi adı verilen uygulamalar, var olan planlama anlayışını temelden değiştirmiştir. Yeni dönemde artık gevşek bir ‘stratejik planlama’ kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Bir süre sonra ise Devlet Planlama Teşkilatı’da kapatılarak aslında planlı döneme son verilmiştir.

Bir süredir uygulanan Orta Vadeli Programlar ile görünüşte bir planlama sürdürülmüş; ancak planlamadan beklenen amaç ve tutarlılıklar yok olmuştur. Bu durumun en açık örneğini 2020 yılının Eylül ayının sonunda (29 Eylül) açıklanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) oluşturmuştur.

Program, kamuoyuna abartılarak ve deyim yerindeyse ‘köpürtülerek’ sunulmuştur. Örneğin 30 Eylül 2020 tarihli Hürriyet gazetesinde program ‘İşte Ekonominin Yeni Rotası’ başlığı ile yayınlanmıştır. Program için ayrıca ‘Geleceği Kuracak Politika Tedbirleri’ başlığı da kullanılmıştır.

Bu program ile başlıca iki alanda düzenlemeler yapılmış bulunmaktadır. Bir yandan 2021-2023 döneminde ekonominin temel büyüklükleri hedefler şeklinde belirlenmiştir. Öte yandan istihdam politikasına ilişkin uygulama önerilerine de yer verilmiştir.

Programın ekonomik büyüklüklerle ilgili göstergeleri ekonomik plan konusunda var olan tutarsızlıkları bütün boyutları ile yansıtmaktadır. Başka bir deyişle 2021-2023 dönemi için belirlenmiş bulunan hedeflerin hiç birisinin gerçekçi olduğundan söz edilemez. Örneğin programa göre enflasyon 2021’de %8’e, 2022’de %6’ya, 2023’de ise %4,9’a gerileyecektir. Programda 2020 yılı enflasyon oranı da %10,3 olarak öngörülmektedir.

Aynı durum işsizlik tahminleri için de geçerlidir. Örneğin 2021 yılı işsizlik hedefi %12,9, 2022 yılı %11,8, 2023 yılı ise %10,9’dur. Ulusal gelirin artış oranları da 2021 yılı için %5,8, 2022 yılı için %5,5, 2023 yılı için %5 olarak belirlenmiştir.

HÜRRİYET GAZETESİ /30.09.2020

Bu hedeflere göre hemen belirtilmesi gereken önemli bir konu işsizlik hedeflerinin yüksek düzeyde varlığını sürdürüyor olmasıdır. DİSK-AR’ın araştırmalarına göre geniş tanımlı işsizlik oranı Türkiye’de %30’lara yakın olarak seyretmekte ve toplam 10 milyon dolayında bir işsizden söz edilmektedir. Programda 2019’da var olan %13,7’lik işsizlik oranı 2023’de %10,9 olarak öngörülmüştür. Bu değerler adı ister YEP olsun, isterse OVP olarak tanımlansın; programın gerçek anlamda bir ‘işsizlikle mücadele boyutunun olmadığını’ açıkça göstermektedir. Bu değerlerle yapılan, yalnızca işsizlik oranını tanım değişiklikleri ile daha düşük gösterecek şekilde bazı göstergeler hazırlanmasıdır. Çünkü 2023 yılındaki %11’lik işsizlik oranının bir ekonomik program için hedef alınacak bir değer olmadığı açıktır.

Programın enflasyon öngörüleri de benzer nitelik taşımaktadır. Çünkü programa göre 2023 yılında yaklaşık %5’e gerilemesi öngörülen enflasyon oranının 2020 yılında %10,3 düzeyinde gerçekleşeceği belirtilmektedir. Bugün Türkiye’de TÜİK’in açıklamış olduğu enflasyon değerlerinin toplumsal açıdan hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. TÜİK enflasyon göstergeleri yönünden referans kurum olma özelliğini yitirmiş bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar işçilerin %99’unun TÜİK’in açıkladığı enflasyon değerlerini inandırıcı bulmadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla hangi önlemlerle ve nasıl düşeceği belirlenmeden, 2020 için oldukça düşük öngörülmüş enflasyon değerlerinin sırasıyla 2021’de %8’e, 2022’de % 6’ya, 2023’de ise %4,9’a düşeceğini öne sürmenin hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır.

Programın ulusal gelir artışı ile ilgili bölümü de 2020 için binde üç olarak tahmin edilen büyüme oranının 2021’de %5,8’de, 2022’de %5,5’e, 2023’de % 5’e yükseleceğini belirtmektedir. Dış dünyanın daraltıcı etkileri ortadan kalkmadan ve 2021 yılında bütün Dünya’da önemli büyüme artışları gerçekleşmeden bu hedeflerin sağlanması mümkün değildir. Yapılan öngörüler 2021 yılı için Dünya’da ve Türkiye’de hızlı bir büyümenin olmayacağını ortaya koymaktadır.

Aslında bir önceki Orta Vadeli Programın hedeflerinde ortaya çıkan sapmalara bakıldığında, 2021 yılından başlayarak yapılan öngörülerin de ne ölçüde sapabileceği açıkça görülecektir. Örneğin Eylül 2018’de açıklanan bir önceki OVP 2019-2021 yıllarını kapsamaktadır. Bu programda işsizlik 2019 için %12,1, 2020 yılı için %11,9 olarak öngörülmüştür. Buna karşılık bilindiği gibi dar tanımlı işsizlik 2019’da %13,7 olarak gerçekleşmiştir. 2020 yılında ise daha da yüksek gerçekleşmesi beklenmektedir. Dolayısıyla bir önceki OVP’nin hedefleri de tutturulabilmiş değildir. Çünkü 2019-2021 ekonomi programında 2020 yılı için istihdamın 31 milyon olması öngörülmüşken 2020 yılının ortalarında istihdam 26 milyona gerilemiş bulunmaktadır. Benzer hedef sapmaları işsizlik ve ekonomik büyüme değerleri için de geçerlidir.

Kısaca ‘Yeni Ekonomik Program’ olarak adlandırılan Orta Vadeli Programların Türkiye’nin geleceğini belirlemek ve temel hedefleri oluşturmak açısından ölçü alınacak hiçbir özelliği kalmamıştır. Gerek programların temelini oluşturan veri setlerinin inandırıcılığının bulunmaması, gerekse ileriye dönük öngörülerin varsayım ve sonuçlarının tutarsızlığı açıklanan programların gerçek dışı olması sonucunu doğurmaktadır.

2021-2023 dönemini kapsayan OVP’de yer verilen bir başka başlık geleceğe ilişkin politika önlemleri bölümüdür. Bu bölüm gözden geçirildiğinde sosyal politika yaklaşımıyla hiç bir şekilde bağdaşmayan bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Çünkü istihdam politikalarına ilişkin temel yaklaşımın Türkiye’yi ‘üretim ve yatırımda çekim merkezi haline getirmek’ hedefini taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede programda sermayeye dönük teşvik ve destekler düzenlenmiş bulunmaktadır. Çalışma yaşamına ilişkin işçileri ilgilendiren politika ve önlemler ise esneklik ve güvencesizliği arttırmayı amaçlayan düzenlemelerdir.

Kısaca değerlendirilirse; planda öngörülen istihdam politikaları ile kısmi süreli çalışmayı teşvik edici; 25 yaş altı gençler ile 50 yaş üstünde çalışanların esnek ve ucuz çalışmasının koşullarını düzenleyen; 10 günden az çalışan 25 yaş altı gençlerin emeklilik hakkına ulaşmasını zorlaştıran ve mevzuatta tanımlanan ancak uygulama alanı bulunamayan esnek çalışma biçimlerinin uygulanabilirliğini arttırmaya yönelik düzenlemelerin yer aldığı görülmektedir.

Bütün bu istihdam politikasına ilişkin öneriler çalışanların hak kayıplarına ve ayrımcılığa uğramasına yol açacak niteliktedir. Siyasal iktidarın öngördüğü kıdem tazminatı fonu ve diğer esneklik düzenlemeleri ile birlikte düşünüldüğünde, YEP’de öngörülen çalışma yaşamına ilişkin düzenlemeler, hiçbir şekilde kabul edilebilir bir nitelik taşımamaktadır.

Günümüzde Covid-19 salgını dolayısıyla, çalışanlar, olağan koşullarda sahip olmaları gereken güvencelerden daha fazlasına ihtiyaç duymaktadır. Gençler ve yaşlılar içinse bu korumanın geliştirilmesi zorunludur. Dolayısıyla bugün geçen 30 yıl boyunca aşındırılmış ve büyük ölçüde yok edilmiş sosyal devlet uygulamalarının daha da geliştirilerek küresel çapta yeniden oluşturulması gerekir.

Böyle bir değişim yerine, tümüyle sermayenin kısa dönemde desteklenmesini öngören ve çalışanların güvencelerini, haklarını ve gelirlerini esneterek yok etmeyi amaçlayan düzenlemelerin toplumsal barışa, iş barışına ve tüm Dünya için demokratik bir geleceğe yol açmayacağı açıktır. Oysa günümüzde insanlığın ortak sorumluluğu, Covid-19 salgını ile ortaya çıkan büyük açmazları tüm insanlık yararına çözüme ulaştıracak yol ve yöntemleri bulabilmektir.

Üzeyir ATAMAN
DİSK/Lastik-İş Sendikası Toplu Sözleşme ve Eğitim Dairesi Müdürü