DİSK Başkanlar Kurulu bugün İstanbul’da yaptığı basın toplantısında 30 Mart yerel seçimlerine ilişkin işçilere ve topluma çağrı yaptı: 

Yolsuzluğa batmış işçi düşmanı AKP’YE OY YOK!” denilen açıklamanın tamamı şöyle; 

  • Oylar emek ve demokrasiden yana adaylara!
  • Kamucu, toplumcu, demokratik, katılımcı, halkçı, emekten yana bir yerel yönetim istiyoruz!

Türkiye, 30 Mart 2014 Pazar günü halkın kaderini etkileyecek sonuçlar doğurabilecek bir yerel seçime gidiyor. İktidar partisi bu yerel seçimleri, hırsızlığın, yolsuzluğun, gençlerimizin katledilmesinin, tüm muhaliflerin hapsedilmesinin, baskının, sansürün, zulmün aklanması için bir fırsat olarak görüyor.

Bu sürecin sonunda yerel seçimlerin, AKP’nin planladığı gibi sonuçlandığı takdirde, gerici, baskıcı, otoriter, sermaye yanlısı, emek düşmanı politikaları şiddetlendirmek için bir adım daha atmış olacağını söylemek kehanetten sayılmamalıdır.

DİSK, 29 Mart 2009 yerel seçimlerine gidilirken yaptığı açıklamada, AKP’nin seçimlerden başarıyla çıkması durumunda olacaklara şu ifadelerle işaret etmişti: “..böylesine bir gelişme, IMF marifetiyle yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal çöküntüyle birlikte, özgürlükleri kısıtlayıcı ve daha baskıcı bir rejime dönüşmesi tehlikesini de beraberinde getirecektir…” Ve ne yazık ki 2009’dan sonraki yaşadıklarımız, bu kaygılarımızı doğrular nitelikte gelişti.

Gerek 2009 yerel seçimleri ve 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu’ndan gerekse de 2011 yılındaki genel seçimlerden istediğini alan AKP iktidarı, toplumsal yaşamı muhafazakârlaştıran, muhalefet üzerinde baskı ve şiddet politikalarını artıran ve tek sesli bir yönetim anlayışını dayattı. Sermayenin çıkarları doğrultusunda, özelleştirme, sosyal devletin gerilemesi, kamu hizmetlerinin piyasalaşması, taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma ve esnekleştirme gibi emek düşmanı düzenlemeler yaygınlaştırılırken, her türlü korumadan yoksun işçi sınıfı, sermayenin ve iktidarın açık sınıfsal saldırılarına maruz bırakıldı. Tüm doğal kaynaklarımız ve ortak alanlarımız sermayenin emrine sunuldu. Enerji şirketleri için sularımız ve ormanlarımız, inşaat şirketleri için güneşimiz ve parklarımız elimizden alındı.

Her türlü eşitsizlik biçimini yeniden üreten ve ancak baskı ve zor yoluyla uygulanabilecek olan neoliberal programın doğal bir sonucu olarak siyaset demokratik zeminlerden uzaklaştırıldı, medya baskı altına alındı, hapishaneler ve adliyeler büyürken adalete güven küçüldü, sokaklar gaza ve kana boğuldu.

Siyasal iktidarın yönelimi artık açıktır: Türkiye’nin özgürlükçü, demokratik ve barışçı bir toplumsal zeminde gelişmesi yerine; çatışmacı, saflaştırıcı bir yönelimle yola devam etmek. İktidar bu uğurda ırkçı ve mezhepçi ayrımları derinleştirmektedir. Bu anlayışla farklı kimliklerin toplumsal ve siyasal yaşamda kendisini ifade etmesi engellenirken, insanları ve halkları birbirine düşman eden, toplum içindeki bağları kopararak parçalanmaya iten, ötekileştirici, düşmanca politikalar, toplumsal bütünlüğün en büyük tehdidi olmaya devam etmektedir.

Ve şimdi yerel seçim sürecinde olduğumuz bugünlerde biz biliyoruz ki “yaptıkları yapacaklarının teminatıdır”.

  • Siyasi iktidar ne zaman bir “ekonomik paket”, “istihdam paketi” açsa sermaye için yağma, işçi sınıfı için daha fazla işsizlik, açlık ve yoksulluk getirmiştir.
  • Siyasi iktidar ne zaman “işçilere müjde” dese aslında sermayeye müjde vermiş kıdem tazminatını ortadan kaldırma girişiminde bulunmuş, taşeron zulmünü ve kölece çalıştırmayı yasallaştırmanın hesaplarını yapmıştır.
  • Siyasi iktidar ne zaman kadınlardan bahsetse, bu ilköğretim çağındaki çocukların okullarından alınıp çocuk gelin yapılması, kadınların toplumsal yaşamdan tecrit edilmesi, çalışan kadınların eve hapsedilmesi ve emek sömürüsünün artırılması anlamına gelmiştir.
  • Siyasi iktidar ne zaman “demokrasi paketi” açsa hapishaneler dolmuş, sansür yaygınlaşmış, gençlerimizin sokak ortasında işkenceyle katledildiği devlet terörü destan olarak anılmıştır.
  • Siyasi iktidar ne zaman “barış” dese “Kürt sorununun demokratik çözümü”nü kastetmemiş, aksine yeni savaş yöntemleri geliştirilmiş, halklar arasında yeni karakollar ve duvarlar örülmüş, savaş uçaklarıyla bu ülkenin çocukları katledilmiş, silah yüklü tırlarla komşu ülke halklarına ölüm taşınmıştır.

Kuşku olmasın ki yerel yönetimlerde de yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.  AKP’nin yerel yönetim anlayışının merkezinde kentsel rantı ve kamu kaynaklarını sermayeye dağıtmak, kamu hizmetlerini piyasalaştırmak ve piyasalaşan hizmetleri taşeron şirketler aracılığı ile sunmak vardır. Ülke yönetiminde olduğu gibi yerel yönetimlerde de bu neoliberal dönüşüm süreci, halkın söz hakkının yok sayılmasına, karar süreçlerinden dışlanmasına ve itiraz edenlere karşı zor kullanımına dayalıdır. Kısacası piyasaya açılan belediyecilik halka kapatılmıştır. Bunun yanı sıra AKP belediyeciliğinde “hak” kavramının yerini “yardım ve sadaka”, kamu hizmetinin yerini “hayırseverlik”, söz ve karar hakkının yerini “kulluk” almaktadır.

14 ilde yeni büyükşehir kuran, toplam 30 büyükşehir belediyesinin sınırlarını il mülki sınırlarına genişleten düzenlemeyle AKP iktidarı sermayeye yeni rant alanları açarak seçim sonrası için hedefini açıkça ortaya koymuştur. Son günlerde ortaya çıkan yolsuzluk skandalları da göstermektedir ki tüm bu büyükşehirler başta olmak üzere yerel yönetimleri ve rant akışını tek merkezden kontrol altında tutan, bu sayede dolar milyarderliğine terfi eden kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır.

30 MART’TA İŞÇİ SINIFININ AKP’YE VERECEK OYU YOKTUR!

  • Çünkü AKP’ye oy vermek demek, yerel yönetimlerdeki 450 bin taşeron işçisinin asgari ücretli köleliğinin sürmesi, halkın kaynaklarının yandaş taşeron firmalara aktarılması demektir. Taşeron şirket aracılığıyla çalıştırılanlar işçilerin sayısı, doğrudan belediye işçisi olarak çalıştırılanların dört katına ulaşmıştır. Bu durum işçi için kölelik, tüm toplum için niteliği düşük hizmet anlamına gelmektedir.
  • Çünkü AKP’ye oy vermek demek, “kentsel dönüşüm” adı altında işçilerin yaşadıkları ortamlardan uzaklaştırılması, kendi ellerimizle yarattığımız yaşam alanlarının sermaye için konut, iş merkezi, AVM olarak pazarlanması demektir.
  • Çünkü AKP’ye oy vermek demek, haklarımızdan vaz geçip bir paket makarnaya, bir çuval kömüre razı olmak demektir.
  • Çünkü AKP’ye oy vermek, daha çok kar etme mantığı ile sunulan kamu hizmetlerinin daha pahalı, niteliksiz ve erişilmez olması demektir.
  • Çünkü AKP’ye oy vermek demek, hizmetlerin siyasi görüş, etnik köken, mezhepsel farklılık, inanç ayrımı gözetilerek sunulması, yani halkın bölünmesi demektir. AKP’ye atılan her oy kadınların, engellilerin ve yaşlıların kent yaşamına katılabilmesi için atılabilecek adımların piyasa yasalarına, kar-zarar hesaplarına kurban verilmesidir.
  • Çünkü AKP’ye oy vermek demek, su havzalarına, ormanlara, parklara tüm doğal kaynaklara ve ortak alanlara dikilen inşaatlar demektir; yani temiz havamızın, güneşimizin ve suyumuzun çalınmasıdır.
  • AKP’ye oy vermek demek, bu yolsuzluk, yoksulluk ve zulüm düzenine onay vermek demektir.

KONFEDERASYONUMUZUN YEREL YÖNETİMLERE VE YEREL YÖNETİM SEÇİMLERİNE BAKIŞI

DİSK, eşitlikle özgürlüğün insanlığın iki temel değeri olduğu ve birbirini tamamlayıp güçlendireceğinden hareket eder. Toplumun maddi kaynaklarının paylaşımında, istihdam olanaklarına erişimde, parasız ve nitelikli eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarının kullanımında tam bir eşitlikten yanadır. Bölüşüm sorunlarının ve sosyal hak taleplerinin ötesine geçen; özyönetimci, demokratik katılımcı bir planlamayı amaçlayan; halkın karar alma süreçlerine aktif olarak katıldığı, doğrudan demokrasinin uygulandığı, üretenlerin söz, yetki ve karar sahibi olduğu bir toplum tasarımını savunur.

Bu anlamda her türlü sömürü, ezilme, ayrımcılık, dışlanmaya tepki olarak yükselen kimlik taleplerinin karşılanmasının eşitlikçi bir toplumun da önünü açacağına inanır. Demokratik, çoğulcu, katılımcı bir iktidar olmadan dünyayı insandan yana değiştirmenin bir hayal olduğu bilincine sahiptir.

DİSK bu dayanışmayı tüm işçi sınıfını, işsizleri, topraksızları, evsizleri, emeklileri de kapsayan bir toplumsal dayanışma şeklinde yorumlar. Toplumsal dayanışmanın bir hayırseverlik faaliyeti şeklinde değil, kamu kaynakları seferber edilerek hiç kimsenin aç, açık, temel insani gereksinmelerden muhtaç kalmayacak biçimde, insan onuruna uygun tarzda yaşamasının anlaşılmasını amaçlar.

DİSK bu anlamda her türlü sömürü, ezilme, ayrımcılık ve dışlanmaya tepki olarak yükselen mücadeleler açısından da  yerel yönetim seçimlerinin büyük önem taşıdığına inanmaktadır.

Bu yerel seçimler AKP’nin toplumu baskı altına alma yönündeki girişimlerine ve emek ve demokrasi karşıtı politikalarına karşı sesini yükselten toplumsal muhalefet için iktidardan hesap sorulmasının bir vesilesidir.

Ancak AKP’den sadece sandıkta hesap sormanın yetersizliği ortadadır. Sermayenin yağma ve talan politikalarına, bu yolsuzluk düzenine karşı en sağlam sigortamız Türkiye halklarının sokaklardan yükselen itirazlarıdır. Haziran ayından sonra Türkiye eski Türkiye değildir ve halkımız en temel hakları, talepleri için mücadele etmektedir. Halkın aşağıdan yukarıya toplumsal, siyasi mücadelesinin, sermayenin yerel yönetimlerdeki yağmasının önündeki en önemli engel olduğunu görülmüştür. Bunun da ötesinde, Gezi Parkı başta olmak üzere ülkenin dört bir yanındaki parklarda ve mahallelerde kurulan forumlarla gerçek bir demokrasinin nüveleri de ortaya konmuştur.

Bu çerçevede DİSK olarak bugün basitçe sandık tutumumuzu veya seçilecek belediye başkan adaylarından beklentilerimizi değil, bunun da ötesine geçerek seçimden önce ve seçimden sonra yerel yönetimler ekseninde sürdüreceğimiz mücadelenin temel başlıklarını açıklıyoruz.

MÜCADELEYE DEVAM!

  • Taşeronlaştırma uygulamalarına son verilmeli, belediye hizmetlerinin tamamı belediyenin kendi personeliyle yapılmalıdır. Tüm taşeron şirketlerle sözleşmeler feshedilmeli, bu şirketlere bağlı çalışan belediye işçileri doğrudan belediye işçisi olarak işe alınmalıdır. İşçilere kölece çalışmayı dayatan yasal düzenlemeler ortadan kaldırılmalıdır.
  • Yerel yönetim çalışanlarının sendikal haklarına saygı gösterilmeli, örgütlenme önündeki engeller kaldırılmalı, tüm işyerlerinde yetkili sendika referandum ile belirlenmelidir.
  • Belediye hizmeti kamu hizmetidir. Bu hizmetlerin halka ücretsiz ve nitelikli ulaştırılması temel hedef olmalıdır. “Hayırsever” değil halkçı, toplumcu bir belediyede elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalıdır. Bunun yanında işe ve okula geliş gidiş saatlerinde, yani sabah 6.00-9.00 ile akşam 18.00-21.00 saatleri arasında ulaşım parasız olmalıdır.
  • Kentsel dönüşüm projeleri adı altında işçi sınıfının kent dışına sürülmesi uygulaması son bulmalı, halkın onayını almayan projeler derhal durdurulmalıdır.
  • Kadınların çalışma yaşamına katılımı ve kent olanaklarından faydalanabilmesi için belediyeler, kreşler, bakımevleri, ortak çamaşırhaneler kurmak gibi ev işlerinin toplumsallaştırılmasına yönelik adımlar atılmalıdır.
  • Temiz su kaynakları korunarak, halkın temiz içme suyuna sahip olması sağlanmalı, suyun ticarileştirilmesine karşı durulmalıdır.
  • Park, bahçe ve yeşil alanlar gibi halkın ortak kullanımına açık alanlar arttırılmalı, her türlü tarım arazisinin imara açılması yasaklanmalıdır.
  • Halkın yönetime katılımı yönünde acilen adımlar atılmalı, bu doğrultuda “forum” örgütlenmelerinden faydalanılmalıdır.
  • Milyonlarca işçinin, insanca yaşaması için gerekli yukarıdaki adımları atmak yerine bir avuç azınlığın çıkarlarını savunan adaylar teşhir edilmeli, bunlara ASLA oy verilmemelidir!
  • Bütün iller, ilçeler ve beldelerde emekten ve demokrasiden yana; sosyal adalete, sendikal hak ve özgürlüklere, toplumsal kazanımlara, eşitliğe, barışa ve özgürlüğe değer veren adaylar desteklenmelidir.
  • Türkiye’nin kaderini etkileyecek önemdeki bu yerel seçimlere giderken,  karşımızdaki iktidarın da yolsuzluk sabıkasının kabarık olduğunun bilinciyle işçiler seçim sandıklarına ve iradelerine sahip çıkmalıdır.

Bir kez daha tüm topluma çağrımız şudur:

Yolsuzluğa batmış işçi düşmanı iktidar partisine asla oy verilmemelidir!

Emeğin talep ve beklentilerini benimseyen, demokrasiden yana, TOPLUMSAL EŞİTLİK, DAYANIŞMA VE BARIŞ YANLISI ADAYLARA DESTEK VERİLMELİDİR. 

DİSK işçi sınıfının vazgeçilmez taleplerini mücadele programı olarak belirlemiştir ve seçim sonrasında da bu taleplerin takipçisi olacaktır. Seçim sonuçları her ne olursa olsun işçi sınıfı yine sokakta olacak, hakları için “MÜCADELEYE DEVAM” diyecektir. 28 Şubat 2014

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir